Basın Duyurusu

20 Mayıs 2020

BD Sayı: 2020/08

 

Ülke olarak iki ayı aşkın bir zamandır, dünyada ise bilindiği kadarı ile yaklaşık altı aydır yüzyılın en büyük salgını olarak adlandırılan KoVİD-19 ile mücadele etmekteyiz. Dünya Sağlık Örgütü bu salgını dünya çapında bir salgın, pandemi olarak ilan etti. Salgın öncesinde sürdürmekte olduğumuz “normal” koşullara bir daha ne zaman ulaşacağımız hatta ulaşıp ulaşamayacağımız henüz belli değil. İnsanlık sürecin gidişini -bilim insanlarının da belirttiği gibi- yaşayarak görecek.

Tüm bu belirsizlikler içerisinde, kişiler, kurumlar, devletler ve hatta uluslararası örgütler tek tek ve birlikte atılması gereken doğru adımları atmak için çabalamaktalar. Şüphesiz atılacak tüm adımlarda var olan ekonomik krizin de önemli izleri olacaktır.

Sözü edilen bu koşullar içerisinde, doğru adımların bir an önce atılmasını bekleyen konulardan biri de gıdaya erişimdir. Öncelikle kişilerin kesintisiz bir biçimde gıdaya ulaşmasının sağlanması yönünde politikaların belirlenmesi zorunluluğu vardır.

“Gıdalara kesintisiz, yeterli ve güvenli biçimde ulaşılabilmesi” sorunu hayatımıza yaşanmakta olan salgınla birlikte mi girdi? HAYIR! Ancak şimdi, bir kez daha bu konunun çok daha önemli bir biçimde önümüze geldiğini görmekteyiz.

“Gıda hakkı” yıllardır gündemde olan bir konudur. Ancak şunu da biliyoruz ki; dünyanın gıdaya erişim sorunu yaşamayan şanslı çoğunluğu için genelde bu kavramlar insani ve takdir edilir kavramlar olmaktan öteye geçemedi. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün başta FAO olmak üzere ilgili kurumları bu konularda çözüm önerileri ortaya koysa da yönetsel gücü olmayan bu metinlerin hayata aktarılabildiği söylenemez.

BM, dünyada günlük bazda açlık yaşayan kişi sayısının 821 milyon kişi olduğunu raporluyor. Merak edip geriye doğru bu rakamları takip edenler, dünyada açlık çekenlerin sayısının çok uzun yıllardır bu düzeylerde olduğunu göreceklerdir. Yine BM raporlarında dünyada yaşayan 8 kişiden birinin obez olduğu belirtilmekte. Bu büyük çelişki dünya çapında gıdaya erişim konusunda yaşanan eşitsizliğin önemli bir göstergesi olarak görülebilir.

Açlık kaderini daha çok başta Sahra Altı Afrika olmak üzere Afrika kıtası ve Güney Asya yaşamakta idi. Şüphesiz yıllardır savaşların yaşandığı bölgelerde de gıdaya erişimin gereği gibi sağlandığı söylenemez. Bunlar belli bölgelerin kaderi olarak yaşanmaya devam edilmekte idi. Bugüne kadar dünyanın gıdaya sürekli ulaşabilen kısmı, gıdaya ulaşmada sıkıntı yaşayan coğrafyaları bir film izler gibi izlemekte idi. Ta ki 2019 sonunda başlayan pandemiye kadar...

Yaşanmakta olan pandemide ne oldu? Dünya çapında uygulanmaya başlanan kısıtlamalar, sokağa çıkma yasakları, virüsün gıdalar ile yayılması yönündeki endişe ile korktuk. Bu kısıtlarla tarımsal üretiminin ve gıda üretiminin kesintiye uğramasından korktuk. Gıda stoklamaya, rafları boşaltmaya, bunun sonucunda da gıda maddelerinin uluslararası ticaretine kısıtlar getirilmeye ve gıdaların dağıtımında sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Bu durum korkularımızı tetikledi. İnsanlık gördü ki gıda hakkına ilişkin sorunlar yalnızca açlıkla sınırlı değil ve yalnızca belirli coğrafyaların sorunu olarak kabul edilemez. Gıda konusunda sorun yaşamadığı düşünülen coğrafyaların da gıda hakkı bağlamında risklerle karşı karşıya olduğu görüldü. Artık bu sorun hepimizin muhtemel sorunu olarak benimsendi.

Pandemi öncesinde gıdaya erişim ile ilgili sorun yaşamayan ülkelerde ortaya çıkan, toplumun yoksul ya da dezavantajlı kesimlerinin gıdaya erişmekte önceki döneme oranla daha büyük zorluk çekmesi, bazı gıdaların temininde güçlük çekilmesi, gıda fiyatlarının kontrolsüzce yükselmesi gibi gıda hakkını tehdit eden sorunlar üzerinde de çok boyutlu düşünmek ve önlemler almak gerekmektedir. İşte bu noktada, şimdi tekrar ve daha güçlü biçimde gıda hakkını konuşmak, sorgulamak ve çözüm yönünde adımlar atmak zamanıdır.

Uluslararası düzenlemelerde herkesin yeterli, besleyici, düzenli gıdaya ulaşması bir insan hakkı olarak tanımlanmıştır. Gıda hakkı (Right to Food) kabulüne göre dünyada yaşayan tüm insanların yaşadığı coğrafyaya, cinsine, ırkına, yaşına bakılmaksızın bu haktan yararlanması temel ilke olarak görülmektedir. 

Bu uluslararası kural üzerinden geçen bunca yıla rağmen hayata geçirilemediyse, önündeki en önemli engelin uygulanmakta olan tarım ve ticaret politikaları olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Tarım ürünlerini, suyu meta olarak gören, serbestçe alınıp satılmasına önayak olan politikalarla gıda hakkına ulaşılamayacağı açıktır.  Şüphesiz, gıdaya erişimin önündeki tek engel ticaret politikaları da değildir. Savaşlar, krizler, ambargolar ve eşitsizlikler de bir başka sorun alanıdır.

Gelinen noktada tarım ve gıda alanında ithalata dayalı yaklaşımdan vazgeçmeyi hedefleyen bir seri politikanın değerlendirilmesi gerektirmektedir.

Bizlere düşen ise bu konudaki duyarlılığı yayacak çalışmalar yapmak; bu ülkelerin yurttaşları olarak, gıda hakkı, gıda egemenliği konularını gündemde tutarak siyasi erk üzerinde demokratik baskı oluşturmaktır. Yaşanan bu büyük pandemiden sonra, tarım ve gıda sistemlerinin sorgulanması ve önemli değişiklikler yaşanması kaçınılmazdır. Önemli olan bu değişikliklerin doğru adımlarla yürütülmesinin sağlanması için katılımcı çalışmalar yürütmektir.

Tüm dünya insanlarının yeterli ve güvenli gıdaya ulaşıp rahatça tüketeceği salgınsız günlerin gelmesi dileğiyle…

                                                                             

TARIM ve GIDA ETİĞİ DERNEĞİ (TARGET)

YÖNETİM KURULU

#SağlıkİçinEvdeKal